İletişim teknolojilerinin güvenlik ve mahremiyet boyutları, Türkiye’de gerçekleştirilen sözde darbe girişimi sırasında ve sonrasında Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından kullanılan ByLock uygulamasının tespiti ile yeni bir önem kazanmıştır. Bu durum, şifreli mesajlaşma uygulamalarının güvenilirliği ve mahkemelerdeki etkinliği üzerine geniş çaplı bir tartışma başlatmıştır.
Türkiye’de WhatsApp, Telegram ve FaceTime gibi iletişim platformlarının güvenilirliği ve mahkemelerdeki delil olarak kullanılabilirliği, halk arasında sıkça tartışılan konular arasında yer almaktadır. Bu platformların sağladığı şifreleme özellikleri, kullanıcıların mesajlaşmalarının gizliliğini koruma konusunda önemli bir güvence sunarken, aynı zamanda bu uygulamaların dinlenip dinlenemeyeceği ve yargı süreçlerindeki etkinlikleri de merak konusu olmuştur. Bu tartışmalar, iletişim teknolojilerinin hızla geliştiği ve dijital gizlilik ile güvenliğin giderek daha fazla önem kazandığı bir dönemde, halkın bu platformlara olan güvenini ve adalet sistemi içindeki yerlerini sorgulatmaktadır.
Bu iletişim uygulamalarının her birinin, kullanıcı verilerini koruma konusunda benimsediği farklı yaklaşımlar ve uyguladığı şifreleme teknikleri, güvenilirlik algısını doğrudan etkilemektedir. WhatsApp’ın uçtan uca şifreleme, Telegram’ın isteğe bağlı gizli sohbet özelliği ve FaceTime’ın Apple ekosistemi içindeki güvenlik önlemleri, bu platformların kullanıcı mahremiyeti ve veri güvenliği konusundaki taahhütlerini göstermektedir. Ancak, bu teknolojik korumalara rağmen kullanıcıların iletişimlerinin yargı süreçlerinde nasıl bir rol oynayabileceği ve bu verilerin adli delil olarak kullanılabilirliği konusunda belirsizlikler devam etmektedir.
Yargı süreçlerinde bu platformlardan elde edilen bilgilerin kullanımı, teknik zorluklar ve hukuki sınırlılıklar nedeniyle karmaşık bir hal alabilmektedir. Şifreleme teknolojilerinin gelişmiş doğası, iletişimlerin içeriğine erişimin zorluğunu artırırken, bu durum aynı zamanda mahkemelerdeki delil olarak bu bilgilerin etkinliğini de sorgulatmaktadır. Bu bağlamda, hukuk sistemi ve teknoloji arasındaki etkileşim, adil yargılama ilkeleri ve bireysel gizlilik haklarının korunması açısından dikkatli bir değerlendirme gerektirmektedir. Türkiye’de yargı tarafından sıklıkla başvurulan bir yöntem olarak, ByLock erişiminin varlığı ve kullanımının tespiti ön plana çıkmaktadır. Bu tespit süreci, HIS (Historical Internet Search) ve CGNAT (Carrier Grade Network Address Translation) kayıtlarının incelenmesiyle gerçekleşmektedir. HIS, internet üzerindeki veri iletim trafiğini kaydeden bir sistem olarak tanımlanırken; CGNAT ise birden fazla kullanıcıya aynı IP adresini atayarak internet erişimi sağlayan bir adres çevirme teknolojisidir. Bu teknik kayıtlar, kullanılan IP adresleri, hedef IP’ler, erişilen sayfalar, gönderilen ve alınan veri miktarları gibi detayları içermektedir.
Ancak, bu yöntemlerin kullanımı, birden fazla kullanıcı tarafından paylaşılan IP adresleri nedeniyle birtakım eleştirilere maruz kalmaktadır. CGNAT sisteminde, genel ve özel IP adresleri, port numaraları ve hedef bilgileri gibi detayların kaydedilmesi, tek bir IP adresi üzerinden gerçekleştirilen eylemlerin bireysel kullanıcılara doğrudan atfedilmesini zorlaştırmaktadır. Bu durum, yargı kararlarının gerçek veriyi ne kadar yansıttığı konusunda şüpheler uyandırmakta ve adil yargılama ilkeleri ile bireysel mahremiyet hakları arasında bir gerilim yaratmaktadır.
Suçla mücadele bağlamında, kolluk kuvvetleri ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından CGNAT ve HIS kayıtlarına dayanarak illiyet bağı kurulmaya çalışılması, teknolojinin suç soruşturmalarındaki rolünü artırmaktadır. Ancak bu süreçlerin şeffaflığı, doğruluğu ve kullanıcı mahremiyetine olan etkileri, kritik bir inceleme konusudur. Bu kayıtların, özellikle genel ve özel port bilgileri ve hedef IP adresleri gibi teknik detaylarının, kullanıcıların gerçek internet kullanım davranışlarını doğru bir şekilde yansıtıp yansıtmadığı sorusu, yargı süreçlerinin adil ve etkin bir şekilde yürütülmesi açısından merkezi bir öneme sahiptir.
Yargıtay kararları, özellikle ByLock sürecinde, söz konusu kayıtların uzman ve bilirkişiler tarafından detaylı bir şekilde incelenmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu incelemeler sonucunda hazırlanan raporlara dayanarak, mahkemelerin hükümlerini yeniden gözden geçirmeleri yönünde kararlar alınmıştır. Bu bağlamda, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2019/5390E. ve 2021/3677K. sayılı içtihat
ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen sanığın ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, ByLock kullanıcısı olduğuna dair delilin atılı suçun sübutu/vasfının tayini açısından belirleyici olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme raporunun yeniden istenerek getirtilmesi, tespit ve değerlendirme raporunun temin edilememesi halinde sanığın teknik olarak bu programı kullandığının tespiti açısından HİS (CGNAT) ve HTS kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması, ayrıca UYAP’ta oluşturulan örgütlü suçlar bilgi bankasında sanık hakkında bilgi ve beyan olup olmadığı araştırılarak varsa beyanların aslı veya onaylı suretlerinin dosya kapsamına alınması, gerekirse ilgili şahısların tanık olarak dinlenmeleri, tüm bu delillerin CMK’nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyeceklerinin sorulduktan sonra, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken yetersiz belgelere dayanarak eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin ByLock uygulamasının kullanımının “kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespit edilmesi” gerektiğine dair vurgusu, teknolojik verilerin yorumlanması bağlamında önemli bir meydan okumayı işaret etmektedir. Ancak bu tür bir tespitin mutlak kesinlikle mümkün olup olmadığı konusu, teknolojik gelişmelerin ışığında yeniden değerlendirilmelidir. Bu bağlamda yargının sürekli evrilen teknolojik ortama uyum sağlaması ve ilgili bilgi ve becerileri güncel tutması gerekliliği ön plana çıkmaktadır.
Özellikle, HIS (Historical Internet Search) ve CGNAT (Carrier Grade Network Address Translation) kayıtları gibi veriler, bir zanlının veya suçlunun eylemlerine dair belirli ipuçları sağlayabilir. Ancak, bu kayıtların tek başına kesin bir suç isnadı için yeterli delil oluşturmayacağı kabul edilmelidir. GSM operatörleri tarafından sağlanan HIS/CGNAT kayıtları, genellikle özet veriler olarak kabul edilir ve bu verilerin sadece şüpheli üzerinde bir iz bırakması mümkün olabilir. Ancak, bu kayıtların sağladığı bilgilerin kesinliği, çeşitli etkenler nedeniyle sorgulanabilir. Operatör firmaların veri tutma süreçlerinde yanlışlık yapma potansiyeli veya bu süreçlerin dış müdahalelere açık olması, verilerin güvenilirliğini etkileyebilir.
Ayrıca bireylerin rızaları dışında belirli IP adreslerini ziyaret etmiş olabileceği durumlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu, özellikle kamuya açık Wi-Fi ağlarının kullanıldığı ve VPN gibi anonimleştirici teknolojilerin devreye girdiği senaryolarda daha da karmaşık hale gelir. Bu durumlar, HIS kayıtlarının yargı süreçlerindeki kullanımının doğruluğunu sorgulamayı gerektirir.
Dolayısıyla hukuk mensuplarının, CGNAT ve HIS verilerinin sınırlılıklarını ve bu veriler üzerinden yapılan tespitlerin potansiyel zaaflarını anlamaları önemlidir. Teknolojik verilerin adli süreçlerde kullanımı, sadece teknik bir değerlendirme değil, aynı zamanda bireysel haklar ve adil yargılanma ilkeleri açısından dikkatli bir dengelemeyi gerektirir. Bu, yargı mensuplarının, teknolojinin sunduğu olanaklar ve sınırlılıklar konusunda derinlemesine bir bilgiye sahip olmalarını ve bu bilgileri hukuki karar verme süreçlerinde etkin bir şekilde uygulayabilmelerini zorunlu kılar.
Türkiye’deki “Mor Beyin” vakası, CGNAT/HIS kayıtlarının güvenilirliği ve adli süreçlerdeki kullanımı hakkındaki tartışmalara somut bir örnek teşkil etmektedir. Bu olayda, haber kaynaklarına yansıyan bilgilere göre, 11.480 bireyin yanlışlıkla ByLock kullanıcısı olarak yönlendirildiği ve bu durumun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan incelemeler sonucu tespit edildiği belirtilmiştir. Mor Beyin yazılımının, özellikle CGNAT/HIS kayıtlarının yargı süreçlerinde kullanımının güvenilirliğini sorgulatan bir vak’a olarak öne çıkması, bu teknolojilerin potansiyel zaaflarını ve yanlış pozitif sonuçların yaratabileceği mağduriyetleri gözler önüne sermektedir.
Bu olay, teknolojik izleme yöntemlerinin ve adli kayıtların, özellikle de şifreli iletişim uygulamaları ve internet üzerinden yapılan iletişimlerin izlenmesi ve değerlendirilmesi süreçlerinin yanılgılara ve hatalara açık olabileceğini göstermektedir.
Mor Beyin mağdurlarının sayısının çokluğu, bu tür hataların düzeltilmesi gerekliliğini vurgulamakta; ancak her dosyanın benzer sayıda mağdura sahip olmaması, bazı hataların düzeltilmesinin zorluğunu da ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda, adli süreçlerde kullanılan teknolojik verilerin doğruluğunu ve güvenilirliğini sağlama konusunda, yargı ve teknoloji uzmanları arasında daha fazla iş birliği ve bilgi paylaşımının önemi vurgulanmalıdır. Ayrıca yanlışlıkla mağdur edilen bireylerin haklarının korunması ve bu tür yanılgıların tekrarlanmaması için adli süreçlerin sürekli olarak gözden geçirilmesi ve iyileştirilmesi gerekmektedir. Mor Beyin vakası, teknolojinin adli kullanımına ilişkin politikaların ve uygulamaların, teknolojik gelişmeler ve hukuki normlar ışığında sürekli olarak değerlendirilmesi ve güncellenmesi ihtiyacını açıkça ortaya koymaktadır.
Tüm bu tartışmaların yanı sıra, ikinci el telefonların ve takas edilen SIM kartların (“patates hatlar” olarak da bilinen) yaygınlaşması, HTS (Historical Traffic Search) ve baz istasyonu kayıtlarının yanı sıra, CGNAT/HIS kayıtlarının da etkilenmesine yol açmaktadır. Bu durum, kullanılan cihazların ve hatların sıkça değişmesi nedeniyle bireylerin dijital izlerinin takibini ve doğrulanmasını daha da zorlaştırmaktadır. İkinci el telefonların ve değiştirilebilen hatların kullanımı, adli süreçlerde kullanılan teknolojik verilerin doğruluğunu ve güvenilirliğini sağlama konusundaki zorlukları artırmakta, bu da yanıltıcı sonuçlara ve mağduriyetlere yol açabilecek ek riskler oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, adli süreçlerde karşılaşılan bu zorlukların üstesinden gelinmesi ve yanlışlıkların düzeltilmesi için yasama organlarının önemli bir rolü bulunmaktadır.
Yargıtay kararları incelendiğinde ilk derece mahkemelerinin CGNAT/HIS kayıtlarına dayalı değerlendirmelerinde farklılıklar olduğu gözlemlenmektedir. Bu kayıtlara ilişkin şüphelilerin tespiti amacıyla gerçekleştirilen bilirkişi incelemelerinin de çeşitlilik gösterdiği belirlenmiştir. Bu durum, CGNAT/HIS verilerinin yorumlanmasında bir tutarsızlık olduğunu ve söz konusu verilerin kuşkuya yer bıraktığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu değerlendirmeler, CGNAT/HIS kayıtlarının, şüphelilerin kesin olarak tespit edilmesinde yeterli ve güvenilir birer araç olarak kullanılmalarının zorluklarını vurgulamaktadır.
Bu bağlamda, bilirkişiler tarafından yapılan açıklamalara göre, HIS/CGNAT verilerinin doğruluğunun ve güvenilirliğinin değerlendirilmesinde, HTS/BAZ sinyalleri ile kıyaslanmalarının gerekliliği öne çıkmaktadır. Ancak bu karşılaştırma yöntemi dahi, verilerin yorumlanmasında kesinlik sağlamakta zorluklar oluşturmakta ve belirli bir kuşkuyu sürdürmektedir. Dolayısıyla bu yaklaşım, adli süreçlerde teknolojik verilerin kullanımının karmaşıklığını ve bu veriler üzerinden yapılan tespitlerin potansiyel sınırlılıklarını göstermektedir.
Gsm operatörlerinin paylaşmış olduğu konumun sadece baz bilgileri olduğuna HTS ve Baz Kayıtlarındaki Zafiyetlerin Hukuki Süreçler Üzerindeki Etkisi adlı başlıkta değinmiştik, ayrıca bu konum noktasal konum değildir. Dolayısıyla bu baz bilgileri ile HIS verilerinin karşılaştırılması şüpheye yer bırakmaktadır.
Sonuç olarak;
- CGNAT/HIS verileri, tek başına bir suçlama için yeterli delil olarak kabul edilmemelidir. Bu verilerin şüphe oluşturmakta kullanılması, yanıltıcı sonuçlara yol açabilecek zafiyetleri içermektedir.
- CGNAT/HIS verilerinin HTS/BAZ sinyalleriyle kıyaslanması, zorunlu olarak doğru sonuçlar vermeyebilir. Bu, teknolojik verilerin karmaşıklığı ve potansiyel sınırlılıklarının bir göstergesidir.
- İlk derece mahkemelerinin bu verileri değerlendirirken gösterdiği tutarsızlıklar, yargı sürecinin bütünlüğü açısından endişe vericidir.
- Yargılama sürecinde esas olan, hakikate ulaşılması ve bu hakikatin kuşkuya yer bırakmayacak delil niteliği taşıyan argümanlara erişilmesi hedeflenmelidir. “Bir şekilde bir argüman olsun, nasıl tutarsa tutsun” şeklindeki bir yaklaşımla hareket edilmemelidir.
- Türk Hukuk Sistemi, teknolojik gelişmelerin hızına uyum sağlamada yetersiz kalmıştır ve mevcut önlem ile düzenlemelerin güncellenmesi gerekmektedir.
Bu durum, yasama ve yargı organlarının, teknolojik gelişmeleri yakından takip etmeleri ve adli süreçlerde kullanılan teknolojik araçların doğruluğunu ve güvenilirliğini artırıcı düzenlemeler yapmalarının gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşım, bireysel hakların korunmasını ve adil yargılanma ilkelerinin daha etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayacaktır.
Dostum harika 👍